20. yüzyıl Türk edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar hem eserleri, hem de yarattığı etkilerle adından sıkça bahsettiren çok önemli bir yazarımızdır. Kendisi ayrıca, Türk düşüncesinde Doğu-Batı sorunu üzerine mükemmel çözümlemeler yapan ve modernleşme hareketlerinin yarattığı sorunları başarılı bir şekilde analiz eden çok önemli bir fikir adamıdır. Bu yönüyle, bir edebiyatçının aynı zamanda fikir adamı olarak düşünce dünyamızı nasıl zenginleştirebileceğinin güzel bir örneğidir. Ofix Blog‘da bugünkü yazımızda, Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın 120. doğum yıl dönümü vesilesiyle kendisini ve en önemli eseri olarak kabul edilen Huzur romanını okurlarımız için kısaca tanıtacağız.
Ahmet Hamdi Tanpınar kimdir?
Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babasının kadı olmasından dolayı çocukluğu Ergani, Antalya, Siirt gibi pek çok farklı şehirde geçti. Okumaya olan merakı, 13 yaşında annesini kaybetmesinin ardından daha güçlü bir hal aldı. Antalya’da tamamladığı lise eğitiminden sonra babasının izniyle İstanbul’a geldi. Önce Baytar Mektebi‘ne, sonra da Darülfünun-ı Osmani‘ye (bugünkü İstanbul Üniversitesi) girdi. Edebiyat Fakültesi‘nden 1923 yılında mezun oldu. Bir yıl sonra, Erzurum Lisesi‘ne öğretmen olarak atandı. Burada görev yaptığı sırada büyük Erzurum depremini yaşadı. Bölgede inceleme yapmak üzere Erzurum’a gelen Mustafa Kemal Paşa ile tanıştı. Bu deprem ve sonrasında yaşadıklarını daha sonra, Erzurumlu Tahsin isimli hikayesinde yansıttı.
- Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)
Erzurum’dan sonra Konya ve Ankara gibi şehirlerde pek çok okulda edebiyat öğretmenliği yapan Ahmet Hamdi Tanpınar, 1933 yılında İstanbul’a atandı. Bir taraftan Kadıköy Lisesi‘nde edebiyat öğretmenliği yaparken, bir taraftan da Güzel Sanatlar Akademisi‘nde ders verdi. Tanpınar‘ın edebi kişiliği bu dönemde şekillenmeye başladı. Adını ilk kez Altın Kitap dergisinde yayınlanan Musul Akşamları şiiriyle duyurdu. Kısa süre içinde Dergah, Hayat, Varlık gibi dergilerde kendisine yer buldu. İlk çalışmalarında Batı edebiyatının büyük etkisinde kalan Ahmet Hamdi Tanpınar, 1940’lı yıllarda Doğu-Batı sentezi üzerine düşünmeye başladı. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü‘ne profesör olarak atandıktan sonra, bu konuya daha yoğun şekilde odaklanma fırsatı buldu. 1942 ara seçimlerinde CHP Maraş milletvekili olarak meclise girdi. 1949 yılında Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü‘ndeki çalışmalarına geri döndü. Bir kalp krizi sonucu vefat edeceği 24 Ocak 1962 tarihine kadar bu görevini sürdürdü.
- Tanpınar’ın eserlerinde İstanbul, adeta bir roman kişisi haline geldi.
Türk Edebiyatında Ahmet Hamdi Tanpınar
Tanpınar‘ın Türk edebiyatındaki esas yeri, hikaye ve romanlarıyla şekillendi. 1943 yılında yayınlanan Abdullah Efendi’nin Rüyaları isimli eserindeki beş uzun öyküsünde rüyaların ve gerçeklerin çatışmasını konu edindi. Bu kitapta yer alan öyküler, karakterlerin iç dünyalarına odaklanmıştı. Zaman ile mekanı da bilinenlerin ötesinde farklı şekillerde kurgulamıştı. Tanpınar‘ın zaman ve mekan kavramlarına bakış açısını yansıtan bu eseri, şiirlerinin yanı sıra öykü ve hikayelerinde de Bergson felsefesinin başarılı bir uygulamasını sunuyordu. Bir yıl sonra yayınlanan Mahur Beste isimli eseri ise gözlem gücü ve psikolojik çözümleme konusundaki yeteneklerini gösterdi. Bu eser ayrıca, daha sonra yayınladığı Huzur ve Sahnenin Dışındakiler isimli eserlerinde önemli bir motif olarak yer aldı. Eser ayrıca, Türk müziğini kendi medeniyetimizin en yüksek değeri olarak konumlandırmasıyla da dikkat çekti.
- Üniversite yıllarında hocası Yahya Kemal’den çok etkilendi.
Ahmet Hamdi Tanpınar, hemen tüm eserlerinde İstanbul’a çok özel bir yer verdi. Hatta pek çok edebiyat uzmanına göre Tanpınar, İstanbul’u eserlerinde tıpkı bir roman kişisi gibi anlattı. Bu şehre duyduğu güçlü aşk, aynı zamanda da hocası Yahya Kemal‘den kaynaklanıyordu. İstanbul sevgisinin yanı sıra, ilk şiirlerinde de hocasından etkilendi. Gerçi, hece veznini kullanmayı tercih etse de hocası gibi müziğe duyduğu büyük yatkınlık sonucu şiirlerinin neredeyse tamamı bestelenebilir özellikteydi. Hocası gibi onun şiirlerinde de eski zamanlara özlem duygusu hissediliyordu. Bununla birlikte, şiirlerinde kullandığı imgeler, Yahya Kemal‘den farklı olarak Ahmet Haşim‘le ortak bir duyarlılık evrenini paylaşıyordu. Bu nedenle, Tanpınar‘la ilgili yapılan çalışmalarda, onun aslında Yahya Kemal‘den çok Ahmet Haşim‘den etkilendiği vurgulandı. Her ikisi de içe bakış yöntemini kullanmıştı ve özellikle Bergson felsefesinden çok etkilenmişlerdi. Akıl (veya mantıksal düşünce) karşısında sezgiyi (dolayımsız kavrama) temel bilgi kaynağı olarak kabul etmişlerdi.
- Öğretmenlik yaptığı dönem boyunca yüzlerce öğrenciye edebiyat sevgisi kazandırdı.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserleri
Ahmet Hamdi Tanpınar, 1937 yılında yayınladığı Tevfik Fikret, 1940 yılında yayınladığı Yahya Kemal ve 1942 yılında yayınladığı Namık Kemal ile 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi isimli eserleriyle edebiyat tarihi alanında çok büyük bir otorite olduğunu ispatladı. Roman türünde 1955 yılında Yaz Yağmuru, 1961 yılında Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli eserlerini yayınladı. Sağlığındayken yayınlanan bu son romanı, dünya klasikleri arasına girdi ve pek çok dile çevrildi. Türk edebiyatının başyapıtlarından biri olarak değerlendirilen Huzur romanı ise ilk olarak 1948 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edildi. Bir yıl sonra Remzi Kitabevi tarafından yayınlandı. Türk modernleşmesini hüzünlü bir aşk hikayesi arka planında inceleyen bu eser, Tanpınar‘ın Doğu-Batı sentezine ilişkin görüşlerinin bir yansımasını sundu. Huzur‘daki roman karakterleri, Doğu ile Batı arasındaki çelişkileri değer çatışmaları bağlamında içselleştiriyor, Türk insanının bu konudaki çelişkilerine ışık tutuyordu.
- Eserlerinde Türk modernleşmesinin yarattığı çelişkilere sıkça yer verdi.
Bununla birlikte, Huzur‘da birbirinden kesin olarak ayrılmış bir Doğu ya da Batı kavramsallaştırması yoktu. Çünkü Ahmet Hamdi Tanpınar, Doğunun değerleri ile Batının değerleri arasında uzlaşmaz çelişkiler olduğuna inanmıyor, bunlardan birinin seçilmesi gerektiğini de düşünmüyordu. Her iki değer sistemi de çeşitli bakımlardan Türk insanının duygu ve düşünce dünyasını geliştirebilirdi. Tanpınar‘ın bu kavrayış zenginliği ona gerek edebiyatta, gerekse düşünce dünyasında özgün ve ayrıksı bir konum kazandırdı. Huzur‘daki medeniyet çözümlemeleri ve karakterlerin bu konulara yaklaşım şekli, romanın önemini arttırdı. Sosyologların veya tarihçilerin genelleştirmeci ve tek tipleştirmeci anlatım ve inceleme tarzlarından farklı olarak Ahmet Hamdi Tanpınar, bu yöntemlerin hiçbirini kullanmadı. Huzur ve diğer eserlerinde yarattığı karakterlerle Türk insanının özellikle medeniyet konusunda yaşadığı varoluşsal sorunlara ve bunların üstesinden gelme çabasına ışık tuttu.
- Tanpınar’a göre Doğu ile Batı arasında uzlaşmaz karşıtlıklar yoktu.
Huzur’u henüz okumadınız mı?
Bu yazıda sizlere kısaca tanıtmak istediğimiz Huzur romanı, 1939 yılı İstanbul’unda ve baş karakter Mümtaz‘ın etrafında gelişen olayları anlatıyor. II. Dünya Savaşı’nın başlamak üzere olduğu bu dönemde Cumhuriyet rejiminin Doğu medeniyetinden Batı medeniyetine geçiş şeklindeki kabuk değişimi, roman kahramanları etrafında masaya yatırılmakta. İç yaşantıları huzursuzlukla dolu karakterlerin çatışmalarını yansıtan bu romanın isminin Huzur olması, bu hesaplaşmalar sonucunda Tanpınar‘ın duyduğu huzurdan kaynaklanmakta. Huzur‘un baş karakteri Mümtaz, anne ve babasının ölümünden sonra amcasının oğlu İhsan tarafından büyütülen bir karakter. Tarih, kültür, edebiyat ve müziğe olan merakıyla dikkat çeken Mümtaz, İhsan‘ın çevresinden dolayı zengin bir kültürel ortamda yaşar. Ve Doğu medeniyetinin yanı sıra Batı medeniyetini de tanıyıp öğrenir. İhsan, aynı zamanda da Galatasaray Lisesi‘nde tarih hocasıdır. Okulda olduğu gibi evde de ondan çok şey öğrenir. Fakat İhsan, ağır bir zatürre hastasıdır ve ölmek üzeredir.
- 1942 yılında Maraş milletvekili olarak meclise girdi.
Huzur‘la ilgili yapılan incelemelerde Mümtaz, Tanpınar‘a; İhsan ise Yahya Kemal‘e benzetilmekte. Yanlış bir benzetme sayılmaz bu. Çünkü İhsan‘ın özellikle tarih ve kültüre bakışında Yahya Kemal‘in izlerini görmek mümkün. İhsan‘a göre tarihte süreklilik esastır. Tarihsel dönemler arasındaki kesintiler, kültürün bütünlüğüne zarar vermez. Bununla birlikte Mümtaz, Türk modernleşmesinin kültürel bütünlüğe zarar verdiğini düşünür. Ayrıca, gelecekte ortaya çıkabilecek kültürel çatışmaların Türk toplumunu önce nihilizme, sonra da türlü felaketlere sürükleyeceğine inanır. Kültürel olarak ikiye bölünmüş bir toplumda birlik ve beraberlik sağlanamaz. Mümtaz‘ın bu korku ve endişesi, Nuran‘ı tanıdıktan sonra onunla yaşadığı karmaşık aşk ilişkileriyle geri plana düşer. Nuran, genç yaşta kocası Fahir‘den boşanarak annesiyle birlikte yaşayan bir diğer roman karakteridir. Mümtaz‘la tanışmasının ardından ondan çok etkilenen Nuran, bu aşkla hayata tutunmaya çalışır. Ancak çocuğu Fatma ve çevrede artan tepkilerden dolayı Mümtaz‘ı terk etmek zorunda kalır.
- Huzur romanıyla Doğu-Batı ilişkilerine farklı bir yaklaşım sergiledi.
Huzur’un önemi nedir?
Romanda Nuran, Tanpınar‘ın Doğu-Batı sentezi düşüncesini içselleştirmiş bir karakter olarak öne çıkar. Nuran‘ın Fahir‘e geri dönmesinden sonra Mümtaz‘ın varoluşsal bakımdan kendisini tümüyle yalnız hissetmesi ise Türk modernleşmesi içinde orta sınıfın ve Türk aydınının içine düştüğü boşluk duygusunu yansıtmakta. Romanda Nuran‘a olan ilgisi ve Mümtaz‘la olan karşıtlığıyla dikkat çeken Suat ise Tanpınar‘ın kendi kendisini eleştirmesi bakımından ilginç bir karakterdir. Suat aslında, Tanpınar‘a yöneltilen ve bizzat kendisi tarafından yapılan eleştiriler karşısında kendi varoluş mücadelesinden izler taşır. Öyle ki, Suat‘ın romanda sayfalar süren konuşmaları, Mümtaz‘ın değerli gördüğü her şeyin hep en kötü taraflarını ifade eder. Fakat, romanda Suat kötü olarak betimlenirken, Mümtaz iyi olarak betimlenir. Suat yıkıcı olduğu halde Mümtaz hep yapıcıdır. Suat‘ın ulaştığı tek sonuç kendi ölümüdür. Geleceğe karşı tümüyle umutsuz olduğu için kendi intiharını hazırlar ve ardında bir mektup bırakarak intihar eder.
- Huzur romanı, Türk edebiyatının en önemli ilk 10 romanından biri olarak değerlendirilmekte.
Bu çerçevede Huzur, II. Dünya Savaşı öncesinde Türk orta sınıfının ve aydınların psikolojilerini ve varoluşsal sorunlarına çözüm arayışlarını yansıtan çok önemli bir roman. Tanpınar‘ın bu romanı, aynı zamanda da Türk modernleşmesinin 20. yüzyılın ilk yarısındaki panoraması niteliğinde. Bu dönemin orta sınıfı ve aydınları, “çöken bir medeniyet”in son temsilcileriydi. Yeni bir medeniyete aidiyet duymakta zorlandılar ve Batı medeniyetinin değerleriyle ilgili olarak çok büyük çelişkiler yaşadılar. Ahmet Hamdi Tanpınar, Batının ürettiği değerlerin evrensel olduğu tezine inanmadığı gibi, Doğu medeniyetinin tümüyle terk edilmesi gerektiğine de inanmadı. Bu bağlamda Huzur‘da açtığı pencere, Ahmet Hamdi Tanpınar ismini Türk edebiyatının yanı sıra Türk düşünce dünyasında da önemli hale getirdi. Büyük üstadın 120. doğum yıl dönümünü en içten dileklerimizle kutluyoruz.