Virginia Woolf’u Okuma Rehberi

20. yüzyıl İngiliz edebiyatında ve feminist yazında Virginia Woolf‘un çok özel bir yeri var. İngiliz toplumunun Victoria Çağı’nda yaşadığı katı ahlak kurallarının esnediği bir dönemde Virginia Woolf, kadın sorunu üzerine geliştirdiği duyarlılıklarla kalıcı izler bıraktı. Deniz Feneri, Dalgalar, Mrs. Dalloway, Orlando, Kendine Ait Bir Oda gibi kitaplarıyla Virginia Woolf‘un kadın sorununa yaklaşım şekli, bugüne kadar sayısız incelemeye konu oldu. Birbirinden zengin içeriklere sahip kitaplarında kullandığı bilinç akışı tekniği kitapların okunmasını zorlaştırsa da bu kitapların anlam ufkuna girdiğiniz zaman Virginia Woolf‘un ne denli büyük bir yazar olduğunu görebilirsiniz. Ofix Blog‘da bugünkü yazımızda, Virginia Woolf‘u kısaca tanıtacak ve en güzel 5 Virginia Woolf kitabı hakkında bazı bilgiler paylaşacağız. 

Virginia Woolf kimdir?

Virginia Woolf, 1882 yılında Londra’da dünyaya geldi. Annesi Julia Duckworth ile babası Sir Leslie Stephen, daha önce başka evlilikler yapmıştı ve ilk eşlerinden çocukları vardı. Julia ve Leslie Stephen çiftinin beş çocuğu oldu, Virginia dördüncü çocuklarıydı. Sir Leslie Stephen, çok önemli bir eleştirmen, deneme yazarı ve filozoftu. Cambridge’i bitirdikten sonra Anglikan Kilisesi’ne din adamı olarak atanması istendi, fakat kilisede görev yapmayı reddetti. Babasının bu tutumundan dolayı Virginia ve kardeşleri, özgür bir ortamda çocukluklarını geçirdiler.

Virginia 13 yaşına geldiğinde, annesini ağır bir grip salgını sırasında kaybetti. Bu olay, hayatının bundan sonraki tüm kesitlerinde etkisini hissettirecek büyük travmaların ilki oldu. Anneyle geçen dönemlerinde bile içine kapanık ve aşırı kırılgan olan Virginia, bu travmanın etkisini uzun süre üzerinden atamadı. Bu özelliklerini, zarif davranışlarıyla gizlemeye çalıştı. Fakat ölümün gölgesi, Virginia‘nın üzerinden eksik olmadı. Çok sevdiği annesinin ölümünden iki yıl sonra, Stella isimli kız kardeşinin ölümüne tanıklık etti. Bu ölümün ardından, kendisinden bir yaş büyük abisi Thoby‘nin ölümünü yaşadı. Annelerinin ölümünün ardından Virginia ve kardeşleri, babalarının “soğuk otoriter” yüzünü daha fazla hissetmeye başladılar. Hatta Virginia, babasına karşı nefretle karışık bir kin duymaya başladı.

Virginia Woolf’un babasıyla ilişkileri hep çok kötüydü.

Büyük bir entelektüel birikime sahip olan Sir Leslie Stephen, belki de hiç farkına varmadan, Virginia‘yı kişiliği altında eziyordu. Virginia‘nın feminist fikirlerinin aynı zamanda da babasına duyduğu kinle şekillendiğini düşünenlerin sayısı oldukça fazla. Onun gözünde babası, kızına ancak “köpeği kadar”(!) değer veriyordu. Zamanının neredeyse tümünü kitap yazmakla geçirdiği için çocuklarını ihmal etmiş ve yalnızlaştırmıştı. O kadar ki, günlüğünde 1928 tarihli bir yazısında, babasından kurtulduğu için kitap yazabildiğini belirtir.

Virginia, babası yaşasaydı hiçbir zaman yazı yazamayacağı inancını hep korudu. Bununla birlikte, ünlü İngiliz edebiyatı uzmanı Mina Urgan, Virginia Woolf isimli incelemesinde, Deniz Feneri romanında yarattığı Mr. Ramsay tiplemesiyle baba kompleksinden kurtulduğunu öne sürer. Urgan‘a göre Virginia Woolf bu dönemde, babasının kültüre önem verip entelektüellerle kurduğu ilişki sayesinde kızının iyi yetişeceği bir ortam yarattığını anladığını düşünür. Ne var ki, sonraki günlüklerinde kaleme aldıklarına bakılırsa, Virginia‘nın babasıyla ilgili saplantısını aşmayı başaramadığı da söylenebilir.

1904 yılında babasının ölümünden sonra Virginia ve kardeşleri, Bloomsbury’e taşındılar. Babalarının sahip olduğu entelektüel çevre artık geride kalmıştı. Yeni insanlarla tanıştılar, yeni sorumluluklar edindiler. Genç Virginia, karşı cinsle ilişki kurmak yönünde herhangi bir istek duymuyordu. Erkeklerde büyük beğeni uyandıracak kadar güzel bir genç kız olan Virginia‘nın evlenmek gibi bir düşüncesi hâlâ yoktu. Ta ki, Leonard Woolf‘la karşılaşıncaya kadar…

Virginia Woolf’un Evliliği ve Hayata Tutunma Çabası

Hayatı boyunca hiçbir erkeğe ilgi duymayan Virginia, 1912 yılında Leonard Woolf‘la evlendi. Leonard‘ı bir kocadan ziyade arkadaş olarak gören Virginia Woolf, bu evlilikte gerçek bir karı-koca hayatı yaşamadı. Dahası, kitaplarının hiçbirinde cinselliğe yer vermedi ve aşkı anlatırken hep olumsuz bir tutum takındı. Öyle ki, aşkı anlatmak için daha çok horror (korku, dehşet) sözcüğünü kullandı. Kendi dünyasını olduğu kadar kahramanlarının dünyasını da içinde cinsellik barındırmayan imgelerle dolu bir dünya olarak kurguladı.

Virginia Woolf‘un henüz evlenmeden önce geçirmeye başladığı sinir nöbetleri, evlendikten sonra artmaya başladı. Şu farkla ki, artık kendisini yalnız hissetmiyor ve her defasında eşinin desteğini görmekten mutlu oluyordu. Bununla birlikte, Leonard‘ın sergilediği fedakarlıklar karşısında zamanla kendisini suçlu hissetmeye başladı. Evlenmeselerdi Leonard‘ın daha başarılı ve mutlu olacağını düşündükçe sinir nöbetleri artmaya başladı. Dahası, bu nöbetleri yaratıcılık yeteneğinin bir sonucu olarak değerlendirdi ve tedavi olmayı reddetti. Günlüklerinde zihnini, içi ışıkla dolu odalara benzetti. Bu odalarda nice yaratıcı imgenin kendisini beklediğini yazdı. Fakat direnme gücünü kaybedince, doktora gidip muayene olmayı kabul etti.

Muayenenin ardından Virginia Woolf‘a manik-depresif bozukluk teşhisi konuldu. Ve bu durum şizofreni başlangıcı olarak değerlendirilerek kendisinden psikanalizle tedavi olması istendi. Oysa Virginia Woolf, Freud‘la olan dostluğuna rağmen psikanalizi bir tedavi şekli olarak görmüyordu. Ne var ki, baş ağrılarının artması üzerine, ileride akıl sağlığını tümüyle yitireceğini düşündü ve tedaviyi kabul etti. Bu süreçte devam eden sinir nöbetleri sırasında intihar girişimlerinde bile bulundu. Bunlardan bir tanesi, evliliklerinin henüz birinci yılında ortaya çıktı. Bir şişe uyku hapı içerek hayatını sonlandırmak isteyen Virginia Woolf‘u hastaneye yetiştirip son anda hayatını kurtaran yine Leonard Woolf oldu.

Woolf Çiftinin Yayıncılık Macerası

Leonard Woolf‘un eşinin hayatındaki bir diğer etkisi de yayıncılık alanında gerçekleşti. Eskiciden aldıkları bir matbaa makinesiyle Woolf çifti, Hogarth Press‘i kurup Virginia Woolf‘un kitaplarını yayınlamaya başladılar. Leonard Woolf önceleri, eşi “oyalansın” diye bu işe girişmişti. Fakat Virginia Woolf‘un kitapları kısa sürede büyük ilgi görmeye başladı. Bunun üzerine, yeni makineler alıp daha büyük bir eve taşınmak zorunda kaldılar. Virginia Woolf‘un kitapları sayesinde Hogarth Press‘in gerek İngiltere’de, gerekse de Kıta Avrupası’nda ünü her geçen gün arttı.

Virginia Woolf‘un yazarlık serüveni aslında, babasının ölümünden bir yıl sonra; 1905 yılında başladı. Dışa Yolculuk isimli bu ilk kitabında, annesinin ölümünden sonra yaşadığı travmalar hakkında önemli ip uçları var. Roman kahramanlarının duygu ve düşünce dünyalarının derinliklerinde, mutlu bir aile ortamına duyduğu özlem hissedilmekte. Romanda Rachel isimli karakterin Güney Amerika yolculuğunu okuyoruz. Burada Virginia Woolf, geleneksele yakın bir anlatım şekli kullanır. Fakat, bu romanı tamamlaması çok uzun bir süre alır. Tam 3 kez yeni baştan yazılan romanın ilk yayın tarihi 1915 yılını bulur.

Virginia Woolf‘un yazarlık serüveni, 1921 yılında Pazartesi ya da Salı, 1922 yılında Jacob’un Odası, 1925 yılında Bir Okur Olarak ve Mrs. Dalloway, 1927 yılında Deniz Feneri, 1928 yılında Orlando isimli romanlarıyla devam eder. Bu romanların hepsi de pek çok incelemeye konu olan son derece zengin bir içeriğe sahiptir. 1931 yılında yayınlanan Dalgalar ise Virginia Woolf‘un başyapıtlarından biridir. Bu kitapta Virginia Woolf, o güne kadar hiçbir yazar tarafından cesaret edilemeyen bir işe kalkışır ve hem düz yazı, hem şiir, hem roman, hem de tiyatro oyunu olarak okunabilecek bir metin ortaya koyar.

Virginia Woolf’un Ölümü

1930’ların sonlarına doğru Virginia Woolf‘un geçirdiği sinir nöbetleri dayanılmaz bir hal aldı. Üstelik, Londra semalarında dolaşan Nazi uçakları, Virginia Woolf‘un ölüm korkusunu daha da arttırdı. 1940 yılında Londra 8 ay boyunca Naziler tarafından aralıksız şekilde bombalanırken Virginia Woolf‘un ruh sağlığı tümüyle bozuldu. Yahudi kökenli eşi Leonard Woolf, Nazilerin kara listesindeydi ve Virginia Woolf, olası bir Nazi işgalinde eşiyle birlikte toplama kampına götürüleceğine inanıyordu. Ölüm korkusuna eşlik eden toplama kampına götürülme korkusu, akıl sağlığını kaybetmesine yol açtı. Onu hayata bağlayan tek şey olan yazarlık yeteneğini de artık kaybetmişti. Günlüğüne yazdığı son satırlar, “İnsan artık yazamıyorsa canına kıyması daha iyi olur,” şeklindeydi. 28 Mart 1941 tarihinde Virginia Woolf, Ouse Irmağı’na gitti ve ceplerini taşla doldurup kendisini ırmağın sularına bıraktı.

En Güzel 5 Virginia Woolf Kitabı

Virginia Woolf‘u kısaca tanıttıktan sonra yazımızın bu kısmında, en güzel 5 Virginia Woolf kitabı hakkında bazı bilgiler paylaşacağız. 20. yüzyıl İngiliz edebiyatı ve feminist yazının en önemli isimlerinden biri olan Virginia Woolf‘un kitaplarını henüz okumayanlar, bu 5 kitapla güzel bir başlangıç yapabilirler.

Deniz Feneri

En güzel 5 Virginia Woolf kitabı listemizin ilk sırasında, Deniz Feneri var. Virginia Woolf‘un hayatından izler taşıdığı için otobiyografik romanı olarak değerlendirilen bu roman, Ramsay ailesi ve dostları etrafında şekillenmekte. Romanda Mrs. Ramsay 50 yaşında, güzel ve fedakar bir ev kadını olarak betimlenir. Eşi Mr. Ramsay ise karısına karşı ilgisiz, çocuklarına mesafeli duran, oldukça kibirli bir babadır. 8 çocuğu olan Ramsay çifti dostlarıyla birlikte tatillerini geçirirken Mrs. Ramsay, bir taraftan da hayatını ve ilişkilerini sorgulamaya başlar. I. Dünya Savaşı öncesi İngiliz orta sınıf bir ailenin genel durumunu yansıtan romanda, birbirlerine yabancılaşan insanlar arasındaki iletişimsizlik açıkça görülür.

Romanın belli bir konu akışı olmaktan çok iç monologlarla gelişen bir kurgusu var. Tatillerini geçirdikleri adanın deniz fenerine yapmak istedikleri gezi, gerçekleştirilememiş isteklerin yarattığı ruhsal yıkımları anlatan sembolik bir öneme sahip. Ramsay ailesinin en küçük çocuğu olan 6 yaşındaki James Ramsay, deniz fenerine ulaşmayı hayatının en önemli amacı olarak görmeye başlar. Annesi de bunu gerçekleştirmek ister. Fakat Mr. Ramsay, hava muhalefetini gerekçe göstererek bunu yapamayacaklarını anlatır. James‘in bu isteğini sıradan bir konu gibi ele alan Mr. Ramsay‘nin bu tutumu, eşiyle aralarında gelişen yabancılaşmanın başlangıç noktası haline gelir.

Deniz Feneri‘nde ressam olmak isteyen fakat resim yapmak konusunda pek de yetenekli olmayan, buna rağmen hayata tutunmaya çalışan ve evlilik konusunda herhangi bir acelesi olmayan Lily Briscoe tiplemesi, Mrs. Ramsay‘nin evliliğe bakışını büsbütün değiştirir. Tablosunu yapmaya çalışan Lily Briscoe, kadının toplumdaki yeri, evliliğin kadınlar için taşıdığı önem, evli olmayan kadınların toplumdaki statüsü, hayatın evlilik dışında da anlamı olabileceği düşüncesi vb. konularda Mrs. Ramsay‘nin kendisini sorgulamasında önemli bir etken haline gelir. Bu sorgulamalar sonucunda Mrs. Ramsay, kendisini artık kocasına bağımlı ve aciz bir kadın olarak görmeye başlar. Romanın sonunda James, 16 yaşına gelmiş ve deniz fenerine ulaşmayı başarmıştır. Fakat, 6 yaşındayken deniz fenerine ulaşma çabasından aldığı keyfi deniz fenerine ulaşınca alamaz.

Dalgalar

En güzel 5 Virginia Woolf kitabı listemizin ikinci sırasında, Dalgalar var. Virginia Woolf Dalgalar romanını yazarken bilinç akışı tekniğinin en başarılı örneklerinden birini verdiğinin farkındaydı. Altı arkadaşın çocukluktan orta yaşa dek yaşamlarını anlatan romanda, kaybettiği abisi Thoby‘ye duyduğu özlemi de yansıttı. İki yıl içinde üç defa sil baştan yazdığı bu romanda Virginia Woolf, karakterlerin iç dünyalarını ve birbirleri hakkındaki düşüncelerini birinci tekil şahsın ağzından anlatır. Romanda dış dünyadan neredeyse hiç bahsedilmez. Dış dünya yalnızca karakterlerin iç dünyalarına yansıdığı kadarıyla anlatılır.

Romanda Neville, okul arkadaşı Percival’e hayrandır. Aksanı yüzünden dışlanan Louis, hissettiği yalnızlıkla öne çıkar. Rhoda ise son derece karamsar bir karakterdir. Başkalarının hiç dikkat etmediği detaylara çok takılan Louis ve Rhoda bu yüzden yalnız kalırlar. Jinny karakteri tertipli düzenli oluşuyla öne çıkar. Suzan ise herkes tarafından sevilen bir karakterdir. Bu karakterlerin öyküleri, romanda Bernand’ın anlatımıyla ifadesini bulur. Çocukluk arkadaşları Percival‘in ölümünden sonra hissettikleri duygu ve düşünceler, romanın ana kurgusunu şekillendirir. Romanda, dalgaların alıp götürdüğü gibi zamanın da insanlardan neler alıp götürdüğünün altı çizilir. Bu yönüyle Dalgalar Woolf için bilinç akışı tekniğinin en başarılı örneklerinden biridir. Nitekim Virginia Woolf Dalgalar romanıyla yazarlık yeteneğini zirveye taşıdığına inanmıştır.

Mrs. Dalloway

En güzel 5 Virginia Woolf kitabı listemizin üçüncü sırasında, Mrs. Dalloway var. Türkçeye Bayan Dalloway olarak da çevrilen bu romanda Virginia Woolf, I. Dünya Savaşı sonrasında İngiliz toplumunun savaş travmaları gölgesinde geçirdiği toplumsal dönüşümleri, hızlı şehirleşme ve farklı sosyal sınıfların birbirleriyle ilişkisini inceler. Romanın başkahramanı Clarissa Dalloway, üst sınıftan bir kadındır. Savaşın bittiğine şükreder ve savaş öncesi yaşamına geri dönmeyi arzular. Muhafazakar Parti‘nin üyesi olan eşi Richard başarılı bir politikacı olsa da umduğu parlak geleceği elde edememiştir. Verdiği partilerde “mükemmel ev sahibesi” olmakla övünen Clarissa Dalloway ise İngiliz toplumunda yaşanmakta olan dönüşümün farkında değildir.

Clarissa Dalloway‘in yaşadığı yabancılaşma, zaman içinde artar ve Clarissa gider, yerine Mrs. Dalloway gelir. Hayatta kendisi için anlamlı tek şey artık Richard Dalloway‘in eşi olmaktır. Kendisine hiç benzemeyen kızı Elizabeth ise tarih öğretmeni Miss. Kilman’ın etkisiyle dine yönelir. Hayata tutunmak için kendisini partilere veren Mrs. Dalloway‘in yaşadığı yabancılaşma duygusu karşısında idealist Septimus karakteri, İngiliz üst sınıfının hayatta anlam arama çabasını yansıtır. Boyun eğerek kurtuluş uman Mrs. Dalloway‘in Septimus‘la ilişkisi, otoriteye boyun eğen kadın rolünün geleceği yeniden yaratma gücüne işaret eder. Virginia Woolf gibi Mrs. Dalloway de özgürlüğü romantik bir doğalcılıkta değil, hayatın kendi gerçekliğinde arar.

Orlando

En güzel 5 Virginia Woolf kitabı listemizin dördüncü sırasında, Orlando var. Edebiyat tarihinin en sıra dışı kurgularından biri olan Orlando, eğlenceli ve fantastik bir “sahte biyografi” niteliğinde. Romanın başkahramanı olan Orlando, istediği zaman bukalemun gibi cinsiyet ve kimlik değiştirebilmekte. 16. yüzyılda erkek kimliğiyle doğan Orlando, birkaç yüzyılı hızla yaşadıktan sonra 20. yüzyılın ilk yarısına ulaşır ve hayatını bir kadın yazar olarak sürdürmeye başlar. Gençliğinde kraliçenin gönlünü kazanır ve kral tarafından İstanbul’a Büyükelçi olarak gönderilir. Seyahati çok sever, melankolik şiirler yazar, kimlikleriyle herkesi şaşırtır. Victoria Çağı’nın katı ahlak kurallarını yerle bir eden Orlando romanıyla Virginia Woolf, ahlaki değerlerin ardına gizlenen erkek egemenliğini ironik üslubuyla sert şekilde eleştirir.

Kendine Ait Bir Oda

En güzel 5 Virginia Woolf kitabı listemizin beşinci sırasında, Kendine Ait Bir Oda var. Yakın dönemde Virginia Woolf‘un en çok okunan eserlerinden biri haline gelen bu kitap, Woolf‘un Newnham ve Girton College’larda 1928 yılında verdiği iki konferanstan oluşmakta. Konusu ise kadınlar ve edebiyat. Virginia Woolf‘a göre bir kadınlar, kendilerine ait bir oda ve geçimlerini sürdürebilecek bir gelirleri yoksa roman ya da öykü yazamazlar. Kadınların ekonomik bağımsızlığı, kadın özgürlüğünün temelidir. Kendine Ait Bir Oda‘da bir piskoposun hiçbir kadının Shakespeare‘in dehasına erişemeyeceği düşüncesini aktardıktan sonra, Shakespeare‘e bir kız kardeş uydurur, adını Judith koyar, bu kızın başına gelebilecekleri hayali bir kurguyla anlatır.

Virginia Woolf‘un kurgusuna göre Judith, abisinin gittiği ortaokula gidemez. Eline zar zor geçirdiği bir-iki kitabı okumasına bile izin verilmez. Ailesi tarafından hep hor görülen Judith, zorla evlendirilmek istenince Londra’ya kaçar. Bu yeni hayatında bir tiyatroda çalışmak ister, ama iş bulamaz. Sonunda, Nick Greene isimli bir adamın metresi olur. Hamile kaldığını anlayınca, intihar etmekten başka bir seçenek görmez. Başka deyişle, Shakespeare‘in bu uydurma kız kardeşi Judith, kendisine ait bir odası ve geçimini sürdürebilecek bir geliri olmadığı için henüz 20 yaşına bile ulaşamadan heba olur. Kadın sorununu incelemek için Woolf, British Museum’un kitaplığına başvurduğunda çok şaşırır. Bu konuda çok kitap yazılmıştır, ama hepsi erkekler tarafından yazılmıştır. Kadınların bu konuda hiçbir şey yazmamış olmaları karşısında, kadınların kadınlardan hoşlanmadıkları, kendi sorunlarına kayıtsız kaldıkları gibi kanaatlere varır. 

Tüm okurlarımıza sağlıklı, keyifli ve bol kazançlı günler diliyoruz…

İlgili yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir